Society

İslamcı Feminizmin Yıldızı Amina Wadud İle Tanışın

post-title

"Önceleri insanlar şunu diyordu “biliyor musunuz, İslam budur.” Biz de şunu sorduk “kimin İslam’ı? Bu tanım nasıl oluştu? Tanımlama otoritesini nereden aldılar?” bu sorular sürekli sormanız gereken sorulardır çünkü bazıları kendi menfaatleri için çok stratejik bir şekilde sürekli sınırlar çiziyorlar. Ataerkillik çok uzun geçmişi olan böyle bir menfaat gündemiydi. İnsanlar sanki bu hep böyleymiş diye düşünüyorlar. Biz de “bu bir yoldur ve başka yollar da vardır” diyerek bu tarih okumasına meydan okuduk. "

Sunuş

Amina Wadud, tarihselci görüşleri ve erkek ve kadınların bulunduğu cemaate imamlık etmesi ile bilinen bir feminist. Cinsiyet ve İslam konularına eğilmiş ve kadınların daha eşit bir konuma gelmesi mücadelesinde öne çıkan bir figür olmuştur. İlerici Müslümanlar (progressive muslims) olarak adlandırılan grubun önde gelenlerindendir. Bu grup, ayetlerin tarihselci okumaya tabi tutulmasından hareketle modern değerlerle uyumlu yeni İslam yorumlarına alan açılmasını arzulamıştır.

Şimdi Endonezya’ya taşınıyorsunuz, nedenini öğrenebilir miyim?

Dünyanın bu kısmını çok seviyorum, havasını çok seviyorum. Romatizma hastalığından mustaribim; bu hava bana daha iyi geliyor. Burada çok mutluyum. En genç evladım 30 yaşına girdi. Kendi hayatları var ve onu yaşıyorlar. Onları her zaman ziyaret edebilirim çünkü burada yaşamak ve onları arada bir ziyaret etmek daha ucuz. Taşınabileceğim veya alabileceğim bir yer bulmayı umut ediyorum.

Metodist vaiz bir babanın kızı olarak İslam ile ilk olarak ne zaman ilgilenmeye başladınız?

Tanrı merkezli bir evde yetiştirilmem, erken bir zamanda tanrıya dair farklı görüşlerin olabileceğini düşünmeye başlamama sebep oldu. O zamanlar sadece Hristiyan mezhepleri arasındaki farklara ve benzerliklere bakmakla yetindim. Lisedeyken bazı Yahudi ve Tevhidi Evrenselci (teslis inancını ret eden Hristiyan mezhebi) olan ailelerle yaşadım. O zamanlar bende dinin sadece bir tane olamayacağı fikri mevcuttu.

Üniversiteye başlayınca da mistik doğu geleneğine ilgim oluşmaya başladı. Budist oldum ve Ashram’da bir yıllığına yaşamaya başladım, meditasyon ve metin okumaları yaptım. Bundan bir yıl sonra 18-19 yaşlarında iken İslam hakkında okumaya başladım. Amerika’da o zamanlar çok güçlü bir hareket vardı ve İslam’a ilgi duyan herkesin İslam’a girmesini sağladılar. Camiye sadece bilgi almak için gitmiştim ve hemen bana “kelime-i şehadeti getirmen lazım” dediler. Beş ay sonra bana bir Kur’an verildi ki bence daha da önce verilmeliydi. Her neyse, o zamana kadar ben de kendimi cemaate ve işin pratik kısmına adadım. Ama Kur’an’ı okur okumaz ona âşık oldum ve asıl büyük etkiyi yaratan o okumalar oldu.

Ailenizden karşı çıkan oldu mu?

Hayır, çünkü tuhaf olarak biliniyordum zaten. Üniversiteye giden tek kişiydim. Vejetaryendim. Beni karşılama tarzları şöyleydi: “Bakalım bugün eve ne getirecek?” Üniversiteye çoktan başlamıştım ve ayrı evde yaşıyordum; bu yüzden sorun olmadı. Babamın da hayatına mal olacak bir hastalığı vardı. Müslüman olduğum ilk iki yıl hastalık kötüleşti ve babam daha sonra öldü. Bu yüzden samimi bir teolojik tartışma imkânımız hiç olmadı.

Babamın Amerika’daki siyahi Müslümanlar hareketi dışında başka bir İslam versiyonundan haberi olduğunu düşünmüyorum. O zaman siyahi İslam hareketi ezoterik olmayan bir hareketti. Cennet ve cehennem inançları yoktu. Beyaz bir İsa’ya inanmıyorlardı. Ben bunlara pek sarmadım ama birçok Müslüman bunlara inanıyordu. Bir şekilde cemaat içi bir hareketle Sünni Müslümanlara dönüştüler. Başlangıçta farklı bir hareket idi ama ben ilgilenmedim. Ama bence babam Müslüman olduğumu duyunca bu manada bir Müslüman olduğumu düşünmüştür fakat hiç tartışma imkânımız olmadı.

O zamanlar Amerika’da Müslüman olmak ile Trump döneminde Müslüman olmak arasında çok fark olmalı.

Kesinlikle fark var. Çünkü 40 yıl öncesinden bahsediyoruz. 46 yıldır Müslümanım. O zamanlar Afrika-Amerikalı toplum arasında İslam’a karşı büyük bir yöneliş vardı. 1930-1970 arasında büyük bir Müslüman olma hareketi vardı. O zaman Pennsylvania üniversitesinde öğrenci olmam hasebi ile Philadelphia’nın tam kalbindeydim ve İslam, çok net göze çarpıyordu. Şimdi bile diğer Amerika şehirlerine kıyasla orada İslam çok daha görünürdür. Özellikle siyahiler arasında öyleydi ama her ırktan Müslüman vardı. Çok acayip karşılanmıyordu İslam ama yine de o kadar yaygın değildi.

İslamofobi şimdi olduğu kadar görünür değildi?

Hayır, bilgi eksikliği vardı ve insanlar bildikleri ile yetiniyorlardı. İslamofobi ile birlikte daha çok belli tiplerin birleştirilmiş bir profili söz konusuydu. Müslümanlar o “tipin” ne olduğunu biliyorlardı ve kendi tiplerinin ne olduğunu da biliyorlardı. O zamanlar şimdi olduğu gibi kendini belli edecek derecede herkesi bir profile koymaya yol açan bir nefret ve ayrımcılık yoktu.

İslam’da feminizm konusu ile ilgilenmeye nasıl başladınız?

Ben İslam’da feminizm hiç çalışmadım. Aslında Müslümanlığımın 35 yılında kendimi feminizmden ayrı tuttum. Kur’an üzerine çalıştım çünkü ilgim vardı ve üniversitede Kur’an üzerine çalışırken kendi başıma idim çünkü ileri derecede bir bilen yoktu. 70’lerin başında Arapça öğrenmeye başladım; ardından Libya’da yaşamaya başladım ve Arapçam daha da akıcı oldu. Çalışmaya başladım ve özel İslami okullarda öğretmenlik yapmaya başladım. Sonra Kur’an tarafından sunulduğu şekliyle kadınların rolünün ne olduğunu öğrenmem gerektiğini düşündüm.

Yurtdışında yaşadım, Müslümanların çoğunluk olduğu bir ülkede yaşadım. Amerika’daki farklı topluluklar ile yaşadım; mesela eklektik olan farklı ülkelerden Müslümanları içeren topluluklar ve Amerikalılardan oluşan yerli Müslüman diyebileceğiniz topluluklarla yaşadım. Müslüman kadınların ve Müslüman erkeklerin arasında hak açısından farklılıklar olduğunu fark etmeye başlamıştım. Bu farklılıkların kaynağı hakkında bir merak sardı beni. Böylece ilk sorum şu oldu: Bu Allah’ın murat ettiği şey mi? Ve eğer Allah’ın murat ettiği bu ise kaynağına erişebilmem için en doğru yer neresi olur? Ve bu Kur’an idi.

Verimli geçti çünkü çoktan Kur’an’a âşık olmuştum ve bunun üzerine çalışmam gerektiği konusunda net idim… O zaman bile buna gender (cinsiyet) mevzusu olarak bakmadım. İlk kitabımın adı ‘Kur’an ve Kadın’ idi ama aslında ‘Kur’an ve Cinsiyet’ olmalıydı. Ama o zamanlar dönüşmekte olan feminizm çalışmaları kurslarını hiç almadım. Sadece rastgele seçilmiş olan kadın çalışmaları kurslarından birkaçını aldım ve bunların hepsi İslam en iyisidir diyordu. Bunların hepsinden yüksek not aldım ama bunların hiç biri gerçekten eleştirel değildi.

Yüksek lisans ve doktora çalışmalarından sonra yazdığım tez ‘Kur’an ve Kadın’ olarak yayımlandı.  Daha o zaman İslam tarihi boyunca ortaya çıkmış kültürel pratikler arasındaki farklılıkları fark ettim. Ve bence Kur’an bilgisi üzerine temellenmiş bir Kur’ani bakış açısı ile metotlu olarak ortaya çıkaracak olursanız, bu çok zorlayıcı bir durum olurdu çünkü erkeklere verilmiş otorite karşı çıkmalarına yol açıyordu.

Böylece henüz şahsiyetim açısından ihtilaflı bir duruma düşmeden önce ihtilaflı bir konum elde etmiş oldum. Aslında o zamanlar çok muhafazakârdım. Hatta ‘Kur’an ve Kadın’ kitabının kendisi de muhafazakardı ama ilmi açıdan özenle hazırlanmıştı. Ve İslam’ın erkek egemen yaklaşımını destekleyen bakış açısına ters düşmüştü. Böylece daha o zaman bazı problemler yaratmaya başlamıştı. Fakat ben problemler yaratmakla ilgilenmiyordum; ben sadece hakikatle ilgileniyorum.

Tezimi yazıp doktora derecemi aldıktan sonra Malezya’ya geldim ve Uluslararası İslam üniversitesinde lisans öğrencilerine Kur’an ve Kur’an çalışmaları dersi vermeye başladım. Toplumumuzdaki kadınlar ve o zaman henüz başlamış olan ‘İslam Kız kardeşliği’ ile temaslarım oldu. Ve bu, dikkatimi gerçek anlamıyla teori ve teolojiden alıp aktivizm ve gerçeklik alanına yöneltti. Kadın ve erkeklere olan muamele farklılıklarına direnmek için dayanak noktasını Kur’an’dan elde ettiğim bakış açısı üzerine kurmam ana akım düşünceye daha fazla zorlayıcı gelmişti. Seküler liberal feminist bakışı ile değil de Kur’ani bakış açısı ile olması onu daha da güçlü kılıyordu.

Bunun sonucu olarak çalışmalarımın aslında alaka kurulacak konular olduğunu fark ettim. Çünkü bunun öncesinde biraz ütopiktim. Mesela İslam, dünyadaki en iyi dindir ve sadece mükemmel şeyler yapıyor ve Kur’an bu mükemmel konulara değiniyor tarzı bir düşüncem vardı ama gerçeklik tamamen farklıydı. Ütopya ve gerçeklik evrenleri arasında bir mütalaaya girdiğiniz zaman benim için Kuran’ın önce geleceği kolay bir cevaptı ama neden biz onu yaşamıyoruz? Ve sadece niçin onu yaşamadığımızı değil aynı zamanda onu nasıl yaşayacağımızı da düşünmeye başladım. Bunun üzerine gitmek için atılması gereken adımların neler olduğuna dair bakış açısını kazanmak bile çok devrimciydi.

Malezya’yı 1992’de terk ettim. İslam kız kardeşliği 1987’de başladı ama ben, onlara 1992’de katıldım. Musawah (kadın çalışmaları yapan kuruluşu) 2009’da kuruldu ve o zamanlar artık İslami feminist olarak tanınıyordum. Aslında ben siyah ve Müslüman bir kadın olarak benimle ilişki kurması için kökeninde çok seküler, beyaz ve sınıfsal elitist olan feminizmin kuruluşu hakkında eleştirel yazılar yazdım. İncelenmesi gereken bir sürü mesele vardı.

Aslında 1995’teki Pekin Dünya Kadın Konferansı’nda Müslüman kadınların meselelerinin seküler feministler ve İslamcılar arasındaki bir tür savaş alanına girdiği ortaya çıktı. Ve İslamcıların bakış açısı tamamıyla İslam’ın erkek egemen (patriarkal) yorumuna dayanıyordu ve bu sorun değildi çünkü İslam zaten mükemmeldi. Buna karşın sekülerler ise tamamıyla ‘biz dini bilmiyoruz’ ve İslam ile feminizm bir araya gelmez düşüncesine sahiptiler. Ta ki ortada olanların “Kim İslam’ı tanımlıyor ve onu nasıl tanımlıyor? Ve kim feminizmi ve insan haklarını tanımlıyor? Bunları nasıl tanımlıyor? Ve bizim gibi kadın ve Müslüman olarak yaşayanlara kendileri için feminizmi, İslam’ı ve insan haklarını tanımlayabilme otoritesi ne zaman verilecek?” diye sormasına kadar. İslam kız kardeşliği hareketi ile ve sadece feminizmi değil, İslam’ı da tanımlama otoritesini kullanmaya başladığımızda işte o zaman durum değişti. Bu, çalışmamızın dönüm noktalarından biriydi.

Önceleri insanlar şunu diyordu “biliyor musunuz, İslam budur.” Biz de şunu sorduk “kimin İslam’ı? Bu tanım nasıl oluştu? Tanımlama otoritesini nereden aldılar?” bu sorular sürekli sormanız gereken sorulardır çünkü bazıları kendi menfaatleri için çok stratejik bir şekilde sürekli sınırlar çiziyorlar. Ataerkillik çok uzun geçmişi olan böyle bir menfaat gündemiydi. İnsanlar sanki bu hep böyleymiş diye düşünüyorlar. Biz de “bu bir yoldur ve başka yollar da vardır” diyerek bu tarih okumasına meydan okuduk. İşte alternatif okuma için kullanılacak kaynaklar ve buyurun size İslam’ın başka bir şekilde yorumlanabileceği fikrini destekleyecek metodolojik destek. İşte o zaman hem çok güçlenmiş olduk hem de daha ihtilaflı bir hale geldik.

Savaş meydanı dediğiniz durum bana çok alakalı geldi çünkü biz de bu farklı gidiş yolları ve İslam’ın yeniden tanımlanması konusunda çok konuşuyoruz. Mesela İslam’da feminizm oksimoron (bir arada olamayacak fikirler) mudur ya da kesişim noktaları var mı gerçekten? Biz, hem bizi liberal olmakla suçlayan sağdan ve hem bizi İslam savunucuları olarak gören soldan saldırı yiyoruz.

Bize 90’larda olan da aynen buydu ama bu aynı zamanda çok stratejik bir dönüm noktası oldu. Çünkü o zaman kimliğimizin ne olduğuna karar vermek zorunda kaldık ve İslamcılar bizim seküler feministler olduğumuzu ve seküler feministler de bizim İslamcı olduğumuzu söylediler. Biz bunlardan hiçbiri değiliz. Böylece teknik olarak bir kimliğimizin olmaması sebebiyle kendimiz için işimizin aldığı yol ve toplumun geneli ile olan ilişkimiz açısından duruma netlik kazandırmak takip eden 10-15 yılımızı aldı. Musawah adlı kadın çalışması kuruluşumuzu duyurmamız bizi küresel hareketin bir parçası kıldı.

Böylece şimdi kadınların saygınlığı için İslam’ı ve insan haklarını birleştirme metodolojisini öğretiyoruz. Benim için müthiş bir serüvene döndü çünkü kendimi bir sonraki aşamaya açtım ve bu benim olgunlaşmama, değişmeme, öğrenmeme ve öğretmeme yol açtı. Aynı zamanda hayata geçirilmesi gereken şeylerin olduğu büyüyen ve öğretilen bir hareketin bir parçası oldum. Bu büyük bir lütuf.  Ama bu işlere ilk başladığımda bunlar hakkında bir bilgim yoktu. Sadece sonradan kitaba dönüşen tezimi biliyordum. Ben sadece ‘Kur’an ve Kadın’ kitabından yılda iki defa para alıyorum ve hala para kazandırıyor. Nerdeyse 27 yıl oldu yayımlanalı ama hala para kazandırması bana bir lütuf bu açıdan düşününce.

Musawah aile hukukuna odaklanmış, neden?

Evet, çünkü bir araç içinde çalışmamız ve onu ulus devlet bağlamında faaliyete geçirmemiz gerekiyor. Birçok İslam ülkesi ya da kalabalık bir Müslüman nüfusun olduğu Müslüman olmayan ülkeler Müslüman kadınları ilgilendiren aile mahkemeleri ve şahsi meseleler için mahkemeler kuruyor. Bu mahkemelerin temel anlayışı, erkeklerin yönetimde egemen olmasına dayanıyor. Erkek üstünlüğünün kurallarını kadınlara fayda sağlayacak bir şekilde dağıtmak ulus-devlet bağlamında garanti edilen anayasal eşitliği birçok yolla ihlal eden belirli kavramları destekleyen kökleşmiş hukuk araçlarına meydan okumak demektir. Yani stratejik olarak çok güçlü bir araç ama devasa bir mekanizma da.

Çok belli projelerle ortak yanlarımız var. Mesela imzacısı oldukları belge için her ülke, CEDAW’a (kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması sözleşmesi) bir özel rapor vermek zorunda ve her ülke bir gölge rapor yazma hakkına da sahip. Gölge rapor, sahada olan kadın aktivistlerin, devletlerin yaptıklarını söylediği şeyleri gerçekte yapıp yapmadıklarını belirttikleri gayri resmi bir rapordur.

Çok güçlü bir araca dönüştü çünkü ulus devleti uluslararası bağlantıların altına alarak sahadaki kadınlara ayna tutması için güçlendirmeye çalışıyor. Fakat aynı zamanda bu vakit alabilir çünkü CEDAW Birleşmiş Milletlerin parçası değil ve bunun parçası olan hiçbir ülkenin bu yakın zamanda ortaya çıkan İslam’ın yeni yorumunu sorgulama kapasitesi yok. Ayrıca işlerinin bu alandan ellerini çekmek olduğunu düşünüyorlardı.

Musawah’ın CEDAW ve ulus devletle çalışmasının bir yolu ulus devletin kadınlar ile ilgili gündemi üzerine çalışıp Birleşmiş Milletlerdeki insanları İslam’ın tanımları hakkında eğitmek olmuştur. Mesela kim İslam’ı tanımlıyor ve nasıl tanımlıyor. Ardından diyoruz ki eğer bunlarla tanımlanıyor ise neden bu şeyler İslam’ın prensipleri ile denkleştirilmiyor ya da bununla ilgili uluslararası belge ile uyuşmuyor. Ve tüm ilgili eleştirileri yapıyoruz. Bu çok zaman alıyor ve mevcut bakış açısının hepsini değiştirmiyor ama yapmaya devam ettikçe her geçen gün daha da etkili oluyor.

Sonunda BM’de bile “Biliyor musunuz? Siz İslam’ı tanımlıyorsunuz, peki bu prensibe dayanarak bu yolla yaparsak ne olur.” Birden şöyle bir durum ortaya çıkıyor. Bu ekibe gelip, “Bu İslam ile ilgili olduğu için bir şey yapamazsınız” diyemiyoruz çünkü bu ekip şöyle soruyor sonra “Kimin İslam yorumunu kullanıyorsunuz?” Değişim yavaş oluyor ama oluyor.

Müslüman kadınlar arasındaki en keskin konu tesettür konusudur. Tesettür ile ilgili olarak Kur’an’da tam olarak ne söylenmiş?

Öncelikle tesettür hakkında Kur’an’da söylenmiş bir şey yok. Kadınların elbiseleri hakkında Kur’an’da bazı ifadeler var ve bunlar tamamen o dönemin kadınlarının giyim tarzlarından alınmış ifadeler. Bunları daha önceki bölümde söylediğim şeylere dayanak olarak alıyorum. Bunları çok genel bir prensip olan gösterişsizlik prensibinin yansıması olarak görüyorum. Fakat gösterişsizliği sadece bir şekle indirgeyemezsiniz.

Tesettürün dinin bir kuralı olduğunu düşünmüyorum. Ama dışarda iş yaptığım zaman tesettürü tercih ediyorum. Evde, mahallede ve alışverişe gittiğim zaman giymiyorum ama kamusal alanda iken giyiyorum. Çünkü sembollerle farklı bir ilişkimiz var. Tesettür, İslam’ın en açık ve sembolik temsillerinden biri. Bu açıdan bakınca tesettürü bir kamusal performans olarak görüyorum. Ama bunu bir mecburiyet olarak görmüyorum ve onu iffetin (gösterişsizliğin) yegâne biçimi olarak görmüyorum.

Fakat tesettür çok negatif anlam ile politize edildiği ve İslamofobi kısmına girdiği için onun kullanılmasına devam edilmesini öneriyorum. Böylece, mesela sırf tesettürlü olduğum için 11 Eylül olaylarından sonra her zaman fazladan aramaya maruz kaldım. Uzun bir parça daha üzerime atıyordum ve tam bir kâbus gibiydi. Giymemeyi tercih edebilirdim çünkü insanlar bana “bunu giymeyi neden bırakmıyorsun?” diye soruyorlardı. “Hayır, bırakmam, neden kendimi insanların en çok ezilen kesimi ile eşleştirmekten kaçayım?”

Yine de kendimi tesettür ile tanımlayan biriyim. Ve yakın zamanda Bali’ye gittiğim zaman fark ettim ki Müslüman çoğunluğu olan bir ülkedeyim ve giysem de giymesem de fark etmeyecek. Böylece 18 yılın sonunda ilk defa havaalanı güvenliğinden tesettür olmadan geçtim. Bu benim için büyük bir olaydı çünkü buna politikanın da iliştirildiğini görmemiz lazım ve artık elbisemin islamofobiklere bir avantaj sağlayacağını düşünmüyorum. Yani benim ne giyeceğime siz karar veremezsiniz. Hatta sizin nefretiniz ve yasalarınız bile benim ne giyeceğime siz karar veremezsiniz diyor. Giyip giymemenin bir seçim olduğuna inanıyorum. Çünkü benim giydiğim anlar da oluyor giymediğim anlar da. Tamamen tercih alanında konumlandım.

Peçe ve çarşaf konusunda ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle tam dört yıl peçe taktım. Amerika’da idim ve Libya’ya taşındım ama devamında da giymeye devam ettim. Libya’da giymeyi bıraktım ama peçeyi kendi tercihim olarak giymeye devam edebilirdim. Maalesef konu çok politize edildiği için bir kişinin tamamen serbest bırakıldığında ne yapacağını kavramanın çok uzağındayız. Yani eğer istediklerini giymede tamamen özgür olsalardı, kimse bir şey söylemeyecek olsaydı, peçe hala büyük bir sorun olur muydu? Giyen kişi açısından bile? Ve bunun giyilmesine karşı çıkanlar açısından? Bilmiyorum.

İnsanları tercihlerinde tamamen özgür kabul ettiğimiz zamana kadar Müslüman kadınların farklılıklarının ve giyim çeşitliliğinin ne derece olduğunu kavrayamayız. Bilmiyoruz. İran’daki örtü karşıtı protestoları desteklediğim gibi Fransa’daki tesettürlü deniz kıyafeti yasağına karşı olan protestoları da destekliyorum. İki farklı şeyi ön plana çıkarıyorlar ama ikisi de kadınlara aynı şeyi veriyor; benim bedenim benim kararım.

Şimdi Endonezya’da yaşıyorsunuz, peki artan muhafazakarlık konusunda ne düşünüyorsunuz?

Evet, yükselişte ve ilginçtir, bunu birçok kişi bana hatırlattı. Burada, Bogor’da biraz izole edilmiş bir halde yaşıyorum ve yerel dil bilgim de zayıf. Aslında Malezya’da da yaşadım ve şu an orası buradan daha beter. Malezya biraz daha modern gözüktüğü ve refah düzeyi biraz daha iyi olduğu için dikkatlerden kaçıyor ama aşırı İslamcı görüşler orada da yükselişte.

Bu görüşlerin olduğu yerde yaşadım ve oraya kıyasla burada daha az ama yükselişte. Bu yükselişi tüm hoşgörülü ve çeşitli İslam yorumlarını destekleyerek engellemeleri Endonezya halkının faydasına olur. Endonezya ile uyumlu olan biçimiyle hoşgörülü fikirlerin tarihini ön plana çıkarmalısınız. Bunu kamusal alanın en yüksek sesle yankılanan kısmı haline getirmelisiniz.

Aşırı fikirlere çok dikkat kesiliyoruz ve bunu yaptığımız için sanki sayı açısından olduklarından fazlaymış gibi görünüyorlar. Ya da daha ayrıcalıklı oldukları yanılsaması oluşuyor. Bunlar savaşçı ve insanları korkutuyorlar; bu yüzden ortamı genel Endonezya İslamı ile doldurmamız lazım. Böylece çok yoğun gözükmeyecek. Ama öyledir çünkü olumsuz özelliği açısından başa çıkılamaz gözüküyor ve etkisinin ana sebebi budur. Bu etkisine karşı çıkmalı ve bence gösterdiklerinin aksine bu kadar etkileri de yok. Ama diğer insanları korkutacak kadar malzemeleri var ve onların gücü buradan geliyor. Bu yüzden daha dostane mesajları hızlı bir şekilde artırmalıyız ki etkileri kırılsın.

Ama endişe verici, mesela devlet okulları daha muhafazakâr olmaya başladı. Ve gittiğimiz her yerde tesettüre bürünmüş kadınların arttığını görüyoruz. Bir arkadaşım kiliseye gittiğinde şaşırdığını söyledi bana. “Vay, kimse başörtüsü takmıyor. O, bir saniye, ben kilisedeyim zaten.”

(Gülüşmeler) Bu doğrudur gittiğiniz her yerde görebilirsiniz… artış halinde. Komik ama ben her gün mahallede yürüyorum ve sadece bir tişört ve tayt var üzerimde. Bazen kendi kendime düşünüyorum da herkesin tesettürlü olduğu bu mahallede böyle çıkmam gösteriş mi oluyor. Etrafta dolaşırken cana yakın olmaya çalışıyorum ve etrafımdakilere selam veriyorum ama benim gibi birisi için tişörtle gezme fırsatları çok azdır. Mesela ABD gibi devletlerde tesettür etrafında dönen tartışmalar yüzünden böyle gezemiyorum çünkü orada kendimi bir Müslüman olarak sunmalıyım çünkü başka açıdan değerlendirilebilir. Ama burada Müslüman olmam hasebi ile öyle giyinmek zorunda değilim.

Camiye tişört ile gidiyorum ve sadece yanımda bir örtü getiriyorum ve namaz kıldıktan sonra örtüyü çıkarıyorum ve tam oluyorum. Benim vücudum bir bütündür. Ben vücudumla mütemadiyen bir savaş vermiyorum. Yani Müslüman bir kadın olarak giymeme tercihim olacak. Burada bu savaşı vermiyorum, yani çok zevkli bir şey. Ama bazen endişeleniyorum. “Gösteriş mi yapıyorsun?” Mesela Madagaskar’da evimizin orda özel bir kumsalımız vardı ve orada şort giymiştim. İngiltere’den gelen Müslüman arkadaşım köye gıda malzemesi almaya gittiğinde sadece üzerine bir şey çekmişti. Ben bu kadar ileri gitmem, yani üzerime elbiselerimi çekerdim. Tüm göğsüm açık bir şekilde, altımda da şort gitmezdim, yani üzerime düzgün bir tişört çekerdim. Demem o ki ben bazı tarz elbiselerde rahat değilim, bir adada bile olsam ve diğer insanlar mevcut olsa bile güneşlenme mayosu giyerek yüzerim. Çok komik ama dikkat ettim yaşlandıkça fark ettim ki bana kendi beden politikamı (body politic) seçme şansı çok az verildi. Yani mahallemde gezerken istediğim gibi giyinmeyi beceriyorum ama başka yerlerde bunu yapamıyorum.

Ama evet daha çok insanın örtüye büründüğünü fark ediyorum. Burada ilk yaşadığım 2009 yılından beri, son 10 yılda arttığını görebiliyorum. Bende örtülüyüm ve ne zaman çıkarmak istesem çıkarıyorum. Bunu ilk olarak burada yapmaya başladım. Burada ilk yaşamaya başladığımda İslam’ı savunmak zorunda olmadığımı fark ettim. Ben İslam’ın yürüyen posteri değilim. Ben toplumun içinde sıradan biriyim ve bunların çoğu Müslüman. Bu omzumdan bir yük aldı. Örtüsüz yürüyebilmenin nasıl olacağını ilk olarak burada tecrübe ettim ve bunun benim için uygun olduğuna karar verdim. Ama daha da açık olamam, bu ben değilim. Buraya geri döndüm, böylece örtümü çıkarabilirim. Ben kimsenin zevki ya da teftişi için burada değilim; yani giydiklerim hoşunuza gitmediyse bu sizin probleminiz. Aynen Amerikalılara diyeceğim gibi; giydiklerimi beğenmediyseniz bu sizin sorununuz.

Aynı zamanda örtülerini çıkarmış bir sürü kadından bize yazı geldi ve bu çok tepki çekti.

Eskiden bunu derdim: karşı çıkanların çoğu hasetlerinden karşı çıkıyorlar. “Ben hala örtülüyken sen niye kendi örtünü çıkarıyorsun” diyorlar. Söyleyeceğim şu; bu sizin sorununuz.

Burada araştırmalarınıza devam ediyor musunuz?

İtiraf etmeliyim ki emekliliğimin bu ilk yılının sadece tadını çıkarıyorum, arkadaşlar edinmeye çalışıyorum. Gelecek ay Güney Afrika’ya safariye gideceğim. Şu an sadece yapmak istediğim şeyi yapmanın tadını çıkarıyorum. Bir de çalışma kolik olduğum ve beş çocuğum olduğu için bu şansım hiç olmadı. Bu yüzden tadını çıkarıyorum.

Ama ABD’yi terk etmemin sebebi buraya gelip bir şeyler yazmaktı bu yüzden o şeyi yazmam lazım. Kalma planım yoktu ama her şey güzel gelişti. Fakat, evet cinsel çeşitlilik ve insan onuru üzerine olan çalışmamı yazıya geçirmek istiyorum. Ek olarak maneviyatın zirvesi ve ibadi ameller hakkında ilerici fikirlerin olacağı bir kitap projem var. Bir tür İslam’ın beş şartının ilerici bir versiyonu, böylece kadın imamlar hakkında konuşabileyim ve insanların hem beş şart çerçevesinde hem de onun ötesinde Allah ile bağ kurma yolları hakkında yazabileyim.

Hacca gittikten sonra bir kitap planı hazırladım ve bu kabul edildi ama şu ana kadar bir bölüm yazabildim. Kadın imamlar hakkında bir kitap yazmak istiyorum ki insanlar konuyu düşündüklerinde ortada bir kitap olsun. Çünkü kadın imamlar konusunu öğrenince sanki marjinal bir tartışma olmak zorundaymış gibi ama öyle değil. Namazın bir parçası aslında. Bu kitabı yazmam için bana dua edin. Çünkü fikir olarak güzel ama disiplin olarak berbat durumdayım.

Metnin kaynağı için tıklayın.


Yayımlanan bu yazı Türkçe’ye Abdullah Çiftçi tarafından sosyokritik.com için çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.

Related news