"Veri pratiklerini dekolonyal perspektif ile değerlendirmek açısından daha işin başındayız: son 5-10 yıldır veri pratiklerinin sömürgeci (kolonyal) özelliklerini tartışmaya başladık. İnsan yaşamının verileştirilerek ele geçirilmesinin temel sömürgeci doğasının dışında başka sorunlar da var: büyük teknoloji firmalarında farklı ırkların ve etnisitelerin temsil oranındaki eşitsizlikler, algoritmaların karar vermesinin farklı toplumlara uygulanması kısmında olan eşitsizlikler gibi. Bu sorunları ortaya çıkarmanın daha başındayız ve uzun bir mücadele olacak. "
Veri her geçen gün, yeni teknolojilerin geliştirilmesinde daha merkezi bir rol almaya başladı çünkü yeni teknolojilerin fonksiyonları veriye bağlı şekilde çalışıyor (mesela yapay zekâ temelli teknolojiler). Buna bağlı olarak, yapay zekanın gelişimi verinin değerini artırdı ve sömürgeci akıl, tarihsel sömürgecilikte görülen diğer ülkelerin insani ve doğal kaynaklarını sömürmeye olan iştahını benzer bir şekilde veriye yöneltti. Bu da sömürgeci aklın şekil değiştirerek bugün hala canlı olduğunu göstermektedir. Nick Couldry and Ulises Mejias, ‘Bağlanmanın Bedeli (The Cost of Connection, 2019)’ adlı kitaplarında teknolojik şirketlerin davranışlarını anlamlandırmak için ‘veri sömürgeciliği’ kavramını önerdiler. Veri sömürgeciliği etrafında dönen tartışmalarda etik/ahlaki bir duruş söz konusu olmalıdır ve bu duruş, devasa teknoloji şirketlerine yönelik sömürge karşıtı bir eleştiridir. Bu yüzden Sosyokritik olarak veri sömürgeciliği çerçevesinde Nick Couldry ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Tarihsel sömürgecilik ve veri sömürgeciliği arasında güçlü bir paralellik olduğunu gösterdiniz, veri sömürgeciliğinin tarihi sömürgeciliğin bir uzantısı olduğunu iddia edebilir miyiz? Süreç içerisinde her şeyin dönüştüğü kadar veri sömürgeciliği, tarihi sömürgeciliğin dönüşmüş güncel hali midir?
Burada iki durum arasındaki farkları ortaya koyduktan sonra veri pratiklerini sömürgecilik ile ilişkilendirebiliriz. İlki veri pratiklerinin yeni sömürgeci güç ilişkilerinin devamından etkilendiklerini söylemek olur (bunun tarihi sömürgeciliğin uzantısı olarak devam ettiğini söyleyebiliriz) fakat bunu söylemek veri ve sömürgecilik arasında olan ilişki hakkındaki özel farklılıkları anlatmak için yeterli olmaz. Bunun aynısı bugün geçerli olan (yeni sömürgeci) finansal ve siyasi pratikler için de geçerli olurdu. Ben ve Ulises’in öne sürdüğü diğer daha güçlü iddia ise bugün gezegen boyunca insanların hayat akışlarını veriye dönüştürmenin dünya tarihinin önemi açısından bir olay, bir dönüşüm olduğunu söylemektir ve bu da önem açısından tarihsel sömürgeciliğin topraklara el koyması ile kıyaslanabilir çünkü bu dünyanın kaynaklarına ilişkin güç ilişkilerini tamamen değiştirmiştir. Yeni sömürgeci veri pratiklerinin olduğunu söylerken kastettiğimiz budur ama bu sömürgeciliğin yeni bir aşamasıdır ve bu aşama, veri sömürgeciliğidir. Kesinlikle bu, kavram olarak sömürgeciliğin evriminin bir parçasıdır ama orijinal sömürgeciliğin küçük değişikliklerle devam etmesinden daha fazlasıdır. Bugün sömürgecilik ele geçirmek ve kendi menfaatine kullanmak için tamamen yeni bir kaynağa sahiptir.
Veri sömürgeciliğini düşündüğümüz zaman dekolonizasyon (sömürgeciliğin etkilerini yok etme) çalışmaları ne kadar başarılı sayılır?
Veri pratiklerini dekolonyal perspektif ile değerlendirmek açısından daha işin başındayız: son 5-10 yıldır veri pratiklerinin sömürgeci (kolonyal) özelliklerini tartışmaya başladık. İnsan yaşamının verileştirilerek ele geçirilmesinin temel sömürgeci doğasının dışında başka sorunlar da var: büyük teknoloji firmalarında farklı ırkların ve etnisitelerin temsil oranındaki eşitsizlikler, algoritmaların karar vermesinin farklı toplumlara uygulanması kısmında olan eşitsizlikler gibi. Bu sorunları ortaya çıkarmanın daha başındayız ve uzun bir mücadele olacak.
Veri, sosyal düzeni sağlamak ve hayat kalitesini artırmak için gerekli olan kamusal bir meta olarak sunuluyor fakat sosyal düzeni veri üzerinden sağlamaya çalışmak demokrasiyi baltalayabilir mi?
Biz kitabımızda insanların hayatının şirketler ve hükümetler tarafından maden görülüp hedef alınmasının insanın özerkliğine ve özgürlüğüne köklü bir saygısızlık olduğunu tartıştık. Veri sömürgeciliği, bu yüzden, demokrasinin üzerine inşa edildiği temel saygıya bir saldırıdır. Belirli demokrasilere olan etkisinin ortaya çıkması uzun bir zaman alacak fakat yüz tanıma teknolojisinin ve algoritmaya dayanan adaletsizliklerin var olan demokrasilere sorunlar yarattığını görmeye başladık.
Veri sömürgeciliğinde devletin rolü nedir? Devletler ve şirketler arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirmeliyiz?
Bu çok karmaşık bir mesele. Tarihi sömürgecilikte olduğu gibi devlet ve şirketler arasındaki ilişkiler çeşitlilik gösteriyor. Çin’de bunun aksine devletin daha faal olduğu gözlenmesine rağmen veri kaynaklarını aktif olsun veya pasif olsun (yasal düzenlemelerin olmadığı yerlerde şirketleri sınırlandıran bir şey yok), toplamanın ana aktörleri şirketlerdir. Buna ek olarak hükümetler ve devletlerin şirketlerin büyük veri toplama faaliyetlerinden çok etkili bir şekilde yararlandıkları görülmektedir: bu durum devlet ve şirketler arasındaki düzenleyici güç dengesini çok karmaşık bir hale getiriyor. Bu tür karmaşık ilişkilerin göründüğü birçok ülke var; Hindistan, Brezilya, Güney Afrika.
Tarihi sömürgeciliğin ve veri sömürgeciliğinin arasındaki tüm bu benzerlikler ışığında tecrübe ettiğimiz kapitalist bir dönem midir yoksa post-kapitalist bir dönem midir?
Bizim görüşümüze göre kesinlikle hala kapitalist dönemdeyiz. Post-kapitalist bir dönemin gelebilmesi için ya kapitalizmin çökmesi lazım (ki bunu gösteren herhangi bir bulgu elimizde yok) ya da sosyal ve ekonomik düzenin farklı bir yönteminin geliştirilmesi lazım ve bunun da gerçekleştiğini söylemek mümkün değil.
Veri sömürgeciliğine direnmek mümkün müdür? Nasıl direnebiliriz?
Kitabımızın son bölümünü buna ayırdık. Direniş imkanına karşı iyimseriz, eğer yanlış çözümler tarafından yolumuzdan çıkarılmazsak. Tek yönlü düzenleyici ya da şahsi mesuliyetler, yeni olan ve hepimizin hareketlerini içeren sosyal ve ekonomik düzeni parçalamamız için bir fayda sağlamayacaktır. Bunun yerine başlangıç noktası tahayyül etmedir – veri sömürgeciliğinin faaliyetlerinin daha da yoğunlaştırıldığı yoldan sapmamızı sağlayacak fikirler üzerinden hayal etmek (ama aynı zamanda 20-30 yıl önce işlerin nasıl olduğunu da hatırlayarak). Günlük hayatımızın idamesi için veri-toplamaya ihtiyaç duyan platformlara daha az bağlı kalacak bir yöne doğru götürecek adımları atmamızı sağlayacak kolektif bir tahayyülü de başlatmamız lazım. Fakat karşı çıktığımız şeyin devasa (bir sosyal düzen) olmasından dolayı herhangi bir direnişin etkili olmasının tek yolu, kolektif hareket etme ve dayanışmayı artırma hareketi olur.
Teknolojinin sağladığı özellikler, mesela kolaylık, hız, bağlanma, veri toplamaya bağlıdır ve insanların bu özelliklere bayıldığını biliyoruz, bu yüzden sadece devletin sorumluluklarını artırmak veri sömürgeciliğine karşı tek başına yeterli olur mu? Toplumun ve kişilerin sorumlulukları nelerdir?
Konuştuğumuz şey uygunluk ve hız gibi değerlerle desteklenmiş ve bezenmiş bir toplumsal düzen olduğu için sadece ulus devletin yetkisi ile parçalanması mümkün değil. Parçalanması ve yok edilmesi tüm aktörlerin etkili bir şekilde harekete geçmesi ile mümkündür. Bu, bireylerin ve sivil toplum kuruluşlarının birlikte çalışarak daha iyi, daha az sömürücü sosyal bağlanma şekillerini bulma ortak hedefini hayal etmeleri ile olur.
Veri sömürgeciliğine karşı bizim sorumluluğumuz nedir, mesela teknolojinin verdiği belli başlı hisler yüzünden veri toplamanın zararları konusunda daha duyarsız kalıyoruz?
Dediğim gibi sosyal düzen birçok duygu uyandırıyor – hepimiz daha büyük olan bir şeyin parçası olmak, hayatımız daha az kaotik olsun ve sevdiklerimizle bağımızı koparmamak istiyoruz. Hepimiz kurulan düzenin içindeyiz ve biraz da suç ortağıyız. Bu yüzden bu iç içe geçmişlik üzerine tefekkür etmemiz lazım ve bu teknolojilerin zararının kârını katlayıp katlamadığı üzerine tartışmamız lazım. Bu, bizim bu iç içe geçmişliğimizden kazanç sağlayan asıl güç ilişkileri ile yüzleşmemizi de içeriyor ve bu durumun karmaşıklığını düşününce bunun ortak bir hayal etme çabası gerektirdiğini gösteriyor.
Veri sömürgeciliğinin her yerde karşımıza çıkan ve kaçınılmaz olmasında duyguların rolü nedir? Zararlarının farkında olduğumuz halde bazı teknolojileri terk etmeyi zorlaştıran bu duygusal bağlanmışlığın sebebi nedir?
Düzen duygusuna çok bağlıyız (düzen olmadan hayat olmaz), kaygılarımızın giderilmesini seviyoruz ve teknolojinin bazı özelliklerine aşığız. Buna yabancı değiliz ve bu beklenen bir şey. Fakat dünya vatandaşları olarak, bu yeni düzen tarafından sağlanan hizmetin kötü mü iyi mi olduğunu değerlendiremediğimiz anlamına gelmez. Kitabımızın amacı buna yönelik tartışmayı genişletme amacını taşıyor.
Veri sömürgeciliğinin geleceği ne olur? İyimser olabilir miyiz?
Bunu söylemek zor çünkü veri sömürgeciliği büyümeye devam ediyor, daha fazla mülk ve alan kazanıyor ve bunları daha etkili kullanıyor. Yan etkilerini bu aşamada tahmin edemediğimiz her yolu deniyor. Fakat kitabımız en azından geleceğini netleştirme çabası içinde. Her şeye rağmen iyimseriz çünkü veri sömürgeciliğinin geleceği kesin değil ve bizim rızamıza bağlıdır geleceği. Buna razı olmayı reddedebiliriz. Başka bir gelecek tahayyül edebiliriz. İnsan hayatının alternatif ilerleme yollarını tartışmak için bu kitabı yazdık.
Akademisyenlerin farkındalık yaratmak ve direniş oluşturmak için oynayacakları rol nedir?
Bu fikirler saf akademik ilgi alanları değil. Biz insanlığın hayat koşullarına köklü zararları olma potansiyeli olan şeyleri tartışıyoruz. Özellikle zarar görecek ve kötü acılar yaşayacak toplumlardan bahsediyoruz. Bu yüzden sadece diğer akademisyenler için yazmak büyük sorumsuzluk olurdu biz yazarlar için. Biz okuyucuyu genişletmeyi ve fikirlerimizi onlara ulaştırmayı amaçlıyoruz. Bu yüzden iki girişimin bir parçası olduk: Latin Amerika akademisyenlerini ve aktivistlerini dahil edecek Tierra Comun ekibi (https://www.tierracomun.net/) ve Çin’in ve Slikon vadisinin verimsiz alternatiflerine karşı teknoloji ve veri politikaları için alternatif çerçeveler oluşturmayı amaçlayan ‘Teknoloji için Bağlantısızlar Hareketi (Non-aligned Technology Movement, NATM)’ (https://nonalignedtech.net/index.php?title=Main_Page).
Yayımlanan bu söyleşi Sosyokritik tarafından gerçekleştirilmiştir. Metni Türkçe’ye Abdullah Çiftçi sosyokritik.com için çevirmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.
Founder of Africa-Focused Media Firm Urges Continent's Governments to Embrace Crypto
Founder of Africa-Focused Media Firm Urges Continent's Governments to Embrace Crypto