Ritalin'den önce profesör oldum. Şimdi ise onsuz çalışamıyorum.
İlaç cemaatine katıldığımdan beri, tüm başarılarımı kendi yeteneklerimden ziyade Ritalin'e atfetmeye başladım.
Bob Dylan, Just like Tom Thumb's Blues (1965)
adlı şarkısında şöyle yakınır: 'Burgundy (bir içki) ile başladım ama kısa
sürede daha sert şeylere vurdum. Oyun sertleştiğinde herkes arkamda duracağını
söyledi. Ama şakam geri tepti, blöfümü görecek kimse bile yoktu...' 'Burgundy'
yerine 'Ritalin' ve 'herkes' yerine 'akıl sağlığı topluluğu' koyalım, işte
benim iyatrojenik ya da tıbbi olarak uyarıcılara bağımlılığımla ilgili
çıkmazım.
Birkaç yıl önce, ailemde kronik ve tedavi
edilemez bir hastalığın başlamasıyla panikledim. Evdeki işlerle
ilgilenemediğimi gördüm ya da belki ilgilenemeyeceğime kendimi ikna ettim ve
bir profesör, yönetici olarak işime odaklanamadım ve yaratıcılığımı söndürmek
istememenin angarya dolu egoistliğiyle yazarlığıma da. Bu yüzden yerel ruh
sağlığı kliniğimizden yardım istedim ve uzun bir bekleme süresinden sonra
nihayet bir randevu aldım.
COVID-19 döneminin zirvesinde bir sabah
ekranımı açtım ve endişeyle online terapistimi bekledim. Birden karşımda otuzlu
yaşlarında bir osteopatik psikiyatrist, yumuşak ve empatik bir ses tonuyla beni
selamladı. Yaklaşık 15 dakika boyunca sohbet ettik. Kullandığım ilaçlarla
ilgili sorular bir yana, bana kendimle veya nasıl hissettiğimle ilgili
neredeyse hiçbir soru sormadı. Yine de evdeki durum ve işime odaklanamama ve
işlevimi yerine getirememe konusundaki ciddi sıkıntımı ifade etmeyi başardım.
Yarım saatten kısa bir süre içinde, daha çok
Ritalin olarak bilinen metilfenidat için bir reçete verildi. Adderall gibi
Ritalin de çok hızlı etki ediyor ve elime aldığımda bu küçük hapın beni iki
saatlik bir odaklanma evresine geçireceğini öğrendim. Ameliyatlar, doktorlarla
toplantılar ve bulanık gelecekten başka bir şey düşünebilmek muazzam bir
rahatlamaydı. Elbette, bu geçici huzur duygusunun geçmesi farklı bir hikayeydi.
Ama elimde bu tabletler olduğu sürece her zaman bu sorunlardan kurtulabilirdim.
Eczacılık dünyasında bir söz vardır:
“İlaçlarla bedava yolculuk yoktur.” Kesinlikle. Hızlı bir şekilde tolerans
geliştirdim ve 70 yaşın eşiğinde olmama ve kalp rahatsızlığıma rağmen Zoom
şamanımı dozumu maksimum seviyeye çıkarmaya ikna ettim. İki ay sonra, bu doz
bile beni özlediğim kafada tutmaya yetmedi. Klinik nörofarmakoloji profesörü
olan eşim, toleransı bu kadar hızlı geliştirmemin nedeninin ne anlama geldiğini
bilmediğim ‘hızlı metabolize edici olmam’ olduğunda ısrar etti.
Kanadalı filozof Zoey Lavallee, Aeon'da
yayınlanan 'Neden İsteriz' (2022) adlı makalesinde şu gözlemde bulunmuş:
Kokain gibi ağır uyuşturucular da dahil olmak
üzere çoğu uyuşturucu kullanımı bağımlılığa yol açmaz. Amerika Birleşik
Devletleri'nde yapılan bir anket, 12 yaş ve üzeri kişilerin yüzde 19,4'ünün
geçmiş aylarda 'yasadışı' uyuşturucu kullandığını bildirdiğini, buna karşın
yalnızca yüzde 3'ünün geçmiş yıllarda yasadışı uyuşturucu kullanım bozukluğu
teşhisi alacak durumda olduğunu ortaya koymuştur.
Lavallee akıllıca bir şekilde benim de dahil
olduğum yüzde 3'lük kesimin çoğunlukla sıkıntı içinde olan ve kendilerini
sakinleştirmek için başka özdenetim araçları olmayan bireylerden oluştuğunu öne
sürüyor.
Toleransım nedeniyle, iki haftadan biraz fazla
bir süre içinde, aylık stoğum bitmişti. Daha fazlasını isteyemezdim ve böylece
bu ilacı bırakma cezamın başlamasını salık verdim kendime. Cehennem gibiydi.
Bırakın kitap okumayı ya da makale yazmayı, televizyona bile konsantre
olamıyordum. Tipik bir felsefe profesörü olarak merak etmeye başladım. Evet,
iyi yaşamda zevkten daha fazlası olduğu doğruydu. Aynı zamanda, potansiyel
olarak intihara meyilli bir düşünce de işlemeye başladı: Zevkten yoksun bir
hayat bu zahmete değer mi?
Bir kere bu kuvvet hapı denilen ilaçlara esir
olmaya görün, eğer 20 mg'lık 'arkadaşımdan' ayrıyken bir yazı ödevi verilirse
kendimi sudan çıkmış balık gibi hissederim. 'Arkadaş' terimini düşüncesizce
kullanmıyorum. Küçük çocukların oyuncak ayıları tarafından korunduklarını
hissetmeleri gibi, bazılarımız da ister hap ister içecek olsun, bizi korkunç
bir deneyimden koruyacağına inandığımız nesnelere duygusal bir bağlılık
geliştiririz. Benim durumumda bu korkunç deneyim, beni gerçek bir zombiye
dönüştürecek düzeyde bir korku ve üzüntüye boğulmaktı.
Bir öğleden sonra, nispeten büyük bir
dinleyici kitlesine halka açık bir konferans vermem planlanmıştı. Bir
Ritalin'im kalmıştı ama endişemden ilaç şişemi kirli bir zemine düşürdüm. Konuşmama
sadece yarım saat kala, dört ayak üstünde bu küçük beyaz hapı bulmaya
çalışıyordum. Eşim içeri girdi ve bana ne yaptığımı sordu. Açıklamakta hiç
zorlanmadım ve o da hemen anladı. Eğer kaçağı bulamamış olsaydım, konferansı
iptal edebilirdim. Ancak, mucizevi bir şekilde hapı buldum, gırtlağımdan aşağı
attım ve ahlaki erdemler üzerine olan konuşmamı yapmak için koştum.
Başlangıçta, uyarıcılar, çocukluk çağındaki
dikkat eksikliği bozukluğunun tedavisi için kullanılıyordu. 1970'lerde pek çok
ergenin bu bozukluktan kurtulamadığı anlaşıldı ve Big Pharma (büyük ilaç
şirketleri)'nın sevinciyle, yetişkinlerde de dikkat eksikliği ve hiperaktivite
bozukluğu yaygın bir hastalık olarak kabul edildi. Bazı araştırmalara göre,
bugün ABD'deki yetişkinlerin yüzde 4,4'ü bu bozukluk tanısını almış durumda.
Uyarıcıların DEB/DEHB'li kişileri başarısızlığa karşı koruyacağı ve böylece
özgüvenlerini ve davranışlarının faili oldukları duygusunu koruyacağı
umuluyordu.
Hap şeklindeki bu koltuk değneğine olan
ihtiyacım kendime olan inancımı kökten sarstı.
Uyarıcılara bağımlılık yaygın olarak bilinen
bir sorun olsa da birçok insan bağımlılık tuzağından kaçınırken bu ilaçlarda
sihirli bir iksir buldu. Ne yazık ki benim deneyimim bunun tam tersi oldu.
İlaç cemaatine katıldığımdan beri, tüm
başarılarımı kendi yeteneklerimden ziyade Ritalin'e atfetmeye başladım.
Hayatımdaki bu sarsıcı olay esnasında özgüvenimi korumama yardımcı olmak
yerine, hap şeklindeki bu koltuk değneğine olan ihtiyacım kendime olan inancımı
kökten zayıflattı.
Jean-Paul Sartre, W H Auden, Oliver Sacks ve
daha bir çoğu gibi yazarların, bilişsel olarak güçlendirici uyarıcıları sürekli
olarak kullanmaları nedeniyle, anormal kitap üretimlerinin sonucunda üretilen
kitaplarının kapaklarında isimlerinin yanına -steroid kullanan atletlere
yaptığımız gibi- bir yıldız işareti koymamız gerektiğini söylerdim. Spor gibi,
entelektüel ve edebi uğraş dünyası da son derece rekabetçidir. Öyleyse neden
Pennsylvania Üniversitesi'nde nörolog olan Anjan Chatterjee'nin 'kozmetik nöroloji'
olarak adlandırdığı, ilham kanallarını açabilen ve insanüstü dayanıklılık
sağlayan kapsüllerden para ve ayrıcalık sayesinde yararlanabilen yazar orduları
için yıldız işaretleri koymayalım? Şimdi belki benim de bir yıldız işaretine
ihtiyacım vardır diye düşünüyorum. Ne de olsa çalışmalarımın çoğu ahlaki
psikoloji üzerine. Her yazma seansından önce bir hap içen biri nasıl olur da
kendini kontrol etmenin, kendini inkâr etmenin ve anksiyete ve depresyona
tahammül edebilmenin önemi hakkında vaaz verebilir?
Evet, doğal tepkiyi biliyorum. DEB teşhisim
göz önüne alındığında sorun nedir? Sorun şu ki, DEB için kesin bir test yok.
Özellikle öğrenciler arasında DEB hakkında sanki kaptığınız bir virüsmüş gibi
konuşmak yaygındır. Bir sendrom olabilir, ancak zatürre olmak gibi değildir.
Her iki durumda da nasıl oldu da ilaçtan yapılma kanatlarımı takmadan onlarca
yıl ders verebildim ve yazabildim?
Bir akademisyen tanıdığım, benim elde ettiğim
başarıyı ilaca bağlama eğilimime benzer bir şeyi kendisinin de yaşadığını söyledi.
Birkaç yıl önce, bir krizden geçiyordu ve vermeye davet edildiği birçok
konferansta soğukkanlılığını korumak için yardıma ihtiyacı olduğunu
hissediyordu. Çok geçmeden, çok iyi bir profesör olarak tanınmasına rağmen, bir
giriş dersi verebilecek kafa huzurunu bulmak için bile ilaç dolabına gitmesi
gerektiğini hissetti. Zamanla, becerikliliğini ve görkemli ders verişini kendi
yeteneklerine değil, yaygın olarak reçete edilen ve yüksek oranda bağımlılık
yapan bir anti-anksiyete ilaç ailesi olan benzodiazepinlerin büyüsüne bağladı.
Sonunda kendini bir tedavi programına kaydettirdi. Artık kürsüye çıkmak için
sakinleştiriciye ihtiyaç duymuyor.
Benim için, insan eliyle ortaya çıkan
uyuşturucu bağımlılığımda ve işlev görme yeteneğimi dışarıdan bana verilen uyuşturucuya
atfetme dürtümde tuhaf bir bilgelik külçesi vardı. Sözde rasyonel iki ayaklılar
olarak çoğumuz, iyi niteliklerimizi benlik algımıza entegre etmekte
zorlanıyoruz. Birine birkaç kilo almış gibi göründüğünü söylerseniz, beyninde
biraz hafıza yakarsınız. Birine zekâsı için iltifat ederseniz, bu bir
kulağından girip diğerinden çıkacaktır.
Otuz yılı aşkın öğretim hayatım boyunca,
birkaç öğrencimi bir kenara çekip, pek de parlak olmayan notlarına rağmen,
ifade edilmesi zor ama paha biçilmez bir yeteneğe sahip olduklarına ikna etmeye
çalıştım: örneğin, dürüstlük kapasitesi, şefkat ya da Aristo'nun felsefenin
temeli olduğunda ısrar ettiği nitelik olan merak duygusu. Ciddi övgülerime her
zamanki gibi gülümseme ve 'Teşekkürler doktor' gibi gönülsüz yanıtlar
veriyorlardı. Gözlemimi kendi benlik algılarına entegre edecek kadar beni
ciddiye almadıklarını biliyorum.
Ritalin'i dinlemek zor bir yolculuk oldu: sadece ruh
sağlığı sistemimizdeki çatlakları anlamamı değil, aynı zamanda bazılarımızın
kendimizle ilgili olumlu bilgileri içselleştirmede karşılaştığı zorlukları da
aydınlattı. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, siz şu soruyu sormakta
haklı olacaksınızdır: Bu makalenin yazarının adının yanında minik bir dipnot
olmalı mıdır?
Yazının aslı için tıklayınız.
***
Yayımlanan bu yazı Türkçe’ye sosyokritik.com tarafından çevrilmiştir. Söz konusu metin, izin alınmadan başka bir web sitesinde ya da mecrada kısmen veya tamamen yayımlanamaz, kopyalanamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılamaz.
...