Artık daha fazlasını söylemeye gerek yok; bugüne kadar herkesin ne dediğini duyduk.
Hepimiz neler yaşandığını biliyoruz. Eğer toprağın sahibi sizseniz, orası “işgal edilmiş bölge” olamaz. Nihayetinde diğer herkes ya düşmandır ya da “kendinden nefret eden” biri - ya da her ikisi birden. İlhakı kamufle etmek gerekiyorsa, varsayalım ki her şey sizin istediğiniz gibi oldu. Zaten, karşı tarafa yaşatılan eziyetin sorumluluğunu kabul etmeye gerek yok; çünkü kendimizi, karşı tarafın var olmadığına ikna ettik.
Sonuç olarak, haydutluk, şovenizm, ırkçı söylem ve mezhepçilik (sectarianism) ortaya çıkar. Her iki-üç yılda bir, açık hava hapishanesine sıkıştırılmış bir halka karşı topyekûn ama asimetrik bir saldırı düzenlenir.
Her birimiz, kimin ne yaptığını ve neden yaptığını biliyoruz: Ordu, polis, yerleşimciler, hava saldırılarına katılan pilotlar, fanatikler, uluslararası "ferisiler topluluğu" (Yahudiliğin bir kolu - ç.n.) ve onlardan ABD’ye kadar uzanan o mecburi “haklılık zinciri”; yani sömürgecinin eylemlerini kendi varlığıyla haklılaştırması. Bu, zorunlu doğruluk söylemidir.
Hepimiz neler yaşandığını biliyoruz; onların, şiddet dâhil her yola başvurarak bu topraklardan arındırılmasının “zorunlu” olduğunu düşündüklerini de biliyoruz. Ve şunlardan kesinlikle eminim:
Filistin’de çevresindeki birini kaybetmemiş tek bir kişi bile bulmak zordur: ya bir aile ferdi, ya bir arkadaş, bir akraba ya da bir komşu... Sivil ölümlerin ne demek olduğunu bilmeyen kimse yoktur. Durum, Güney Afrika’daki Bantustanlardan bile daha kötüdür.
Bu, Güney Afrika’daki apartheid rejiminin birebir aynısı değildir. Ancak çok daha ölümcül bir yapıya sahiptir. Yüksek teknolojili, Jim Crow tarzı bir apartheid rejimini andırmaktadır.
Bu düzen, kendisine benzemeyenlerin vatandaşlığının reddine dayanır. Sürekli bir kuşatma hâli söz konusudur. Hiçbir zaman “yeterince toprak alındı” noktasına ulaşmayan doymak bilmez bir genişleme arzusu vardır. Tüm bunlar, devasa bir altüst oluş yaratır: Öfke, kızgınlık ve umutsuzluk iç içe geçer; güç, mağduriyet ve üstünlükçü (supremacist) kompleksler kaynaşır. Bu nedenle, bugün Avrupalı devletlerin bile İsrail’i yaptırımlarla tehdit etmesine şaşırmamak gerekir.
Elbett İsrail’in barış içinde yaşama hakkı vardır. Ancak bu barış, vatandaşlık verilmese bile karşılıklı ikamet hakkını tanıyan konfederal bir uzlaşma ile mümkün olabilir.
Filistin’in işgali, çağımızın en büyük ahlaki rezaletidir. Aynı zamanda, içinde bulunduğumuz yüzyılın en insanlık dışı sınamalarından biri ve son yarım yüzyılın en büyük korkaklık eylemlerinden biridir.
Sunmayı arzuladıkları tek şey, sonuna kadar sürecek bir savaş olduğu için; gerçekleştirmek istedikleri şeyin katliam, yıkım ve giderek artan imha olduğu açıkça ortadadır. Bu yolda geri adım atmaya niyetleri olmadığına göre, artık küresel izolasyonun zamanı gelmiştir.
Kaynak: Jacobs, S., & Soske, J. (Eds.). (2015). Apartheid Israel: The Politics of An Analogy. Haymarket Books.



